365 Gün Mustafa Kemal ATATÜRK

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
17092015.jpg


Albert Einstein’dan Türk hükümetine mektup

17.09.1933

Ünlü bilimadamı Albert Einstein, II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da işten uzaklaştırılan ve zor şartlar altında bulunan bilimadamlarının çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine izin verilmesi hususunda 17 Eylül 1933 tarihinde başbakana bir mektup gönderdi. Mektubun gönderilmesine aracılık eden kişi, Musevi cemaatinden Sami M. Günzberg adlı İstanbullu bir dişçiydi. Einstein’ın yazdığı mektup şu şekildeydi: Efendimiz hazretleri, Dünya OSE Musevi Sıhhiye Cemiyeti’nin fahri başkanı sıfatıyla Almanya’dan çıkmış olan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi faaliyetlerini Türkiye’de devam ettirmelerine müsaade buyurulması için zatıâlinize müracaat ve rica ediyorum. Arz ettiğim doktorlar halen orada geçerli olan kanunlardan dolayı bundan böyle Almanya’da çalışamayacaklardır. Bu kişilerin büyük bölümü geniş tecrübe ve malumat sahibi ve ilmi meziyetlere sahip bulundukları göz önünde bulundurularak, yeni bir memlekete yerleştikleri takdirde büyük faydalar temin edebileceklerdir. Cemiyetimize müracaat eden birçokları arasından 40 kadar tecrübeli uzman ve yüksek bilimadamları seçilmiş ve bu başvurumuzla bunların memleketinizde yerleşerek mesleklerini icra etmelerine müsaade buyurulması için müracaatta bulunulmuştur. Bu bilimadamları hükümetinizin emirlerine bağlı olarak, herhangi bir müessesenizde hiçbir ücret talep etmeksizin bir sene müddetle çalışmak arzusundadırlar. Bendeniz bu müracaatı aktarmak suretiyle bu talep ve başvuruyu hükümetinize takdim etmekle yalnız insani bir iş gördüğümü değil, aynı zamanda memleketinize de bir menfaat temin etmiş olacağımı ümit eylediğimi arz ve ifade ederim. Bu vesileyle hürmetlerimi takdim eylerim, efendim hazretleri.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
18092015.jpg


“Medreseler açılmayacaktır, millete mektep lazımdır!”

18.09.1924

1924 yılının sonbaharında Mustafa Kemal Paşa ile eşi Latife Hanım, birlikte çıktıkları uzun yurt gezisinde Rize’yi de ziyaret ettiler. On bin nüfuslu Rize şehri, o gün kasaba ve köylerden gelen halkla birlikte, otuz bin nüfusa ulaşmıştı. Tüm şehir bayraklarla süslenmiş, iskelenin çevresini mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Mustafa Kemal, Rize’de bir gece kaldıktan sonra ertesi günü şehirden ayrılmak üzere iskeleye geldiğinde, kalabalığın arasından başı sarıklı iki hoca sıyrılarak yanına yaklaştı. Ellerinde bir dilekçe tutuyorlardı. Gazi, isteklerinin ne olduğunu sordu. “Kapatılan medreselerin yeniden açılmasını istiyoruz,” dediler. Mustafa Kemal’in canı sıkılmıştı. Yüksek sesle konuştu: Demek mektep istemiyorsunuz! Halbuki millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evladı yetişsin. Millete mektep lazımdır. Medreseler kapanmıştır ve açılmayacaktır. Artık bu milleti kendi haline bırakınız. O, ulu nurunu mekteplerden alacaktır. Sonraki günlerde gazetelerde de yayımlanan bu olay epey yankı uyandırdı. Gazi’ye, üzüntülerini bildiren telgraflar yağıyordu. O telgraflardan biri de, İzmir milletvekili Mahmut Esat Bey’e (Bozkurt) aitti. Mustafa Kemal, ona verdiği yanıtta, her şeye rağmen halkta gördüğü ilerleme isteğinin kendisini nasıl umutlandırdığını şöyle paylaşıyordu: Gezdiğim ve gördüğüm her yerde millet, cehalet ve taassuba harp ilanı halindedir. Medeniyet ve yenilik yolunda bir anı kaybetmeye zamanı yoktur. Paslı kafaların şuursuz düşünceleri, milletin anında ortaklaşa ve müthiş haykırışı ile bunalmaktadır. Bunu gözlerimle gördüm.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
19092015.jpg


“Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı

19.09.1921

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından birkaç gün sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, savaş hakkında bilgilendirici bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal konuşmasında şunları söyledi: Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi, pek büyük bir meydan muharebesidir. Harp tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir... Bizi imha etmek görüşü karşısında varlığımızı silahla korumak ve savunmak pek tabiidir. Bundan daha tabii ve daha haklı bir hareket olamaz. Aynı gün Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, Mustafa Kemal Paşa’ya kanunla “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Meclis’e hitaben bir teşekkür konuşması yaptı: Kazanılan bu başarı, Yüksek Heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordumuzdur. Mustafa Kemal, ertesi gün de orduya hitaben bir bildiri yayımladı: Zaferden dolayı sizin kahramanlıklarınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük zaferlerin millet tarafından takdirini gösteren bu rütbe ve unvanı, ancak size mal ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağım.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
19092015.jpg


“Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı

20.09.1921

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından birkaç gün sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, savaş hakkında bilgilendirici bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal konuşmasında şunları söyledi: Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi, pek büyük bir meydan muharebesidir. Harp tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir... Bizi imha etmek görüşü karşısında varlığımızı silahla korumak ve savunmak pek tabiidir. Bundan daha tabii ve daha haklı bir hareket olamaz. Aynı gün Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, Mustafa Kemal Paşa’ya kanunla “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Meclis’e hitaben bir teşekkür konuşması yaptı: Kazanılan bu başarı, Yüksek Heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordumuzdur. Mustafa Kemal, ertesi gün de orduya hitaben bir bildiri yayımladı: Zaferden dolayı sizin kahramanlıklarınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük zaferlerin millet tarafından takdirini gösteren bu rütbe ve unvanı, ancak size mal ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağım.
 
22 Ağu 2017
163
0
19092015.jpg


“Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı

20.09.1921

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından birkaç gün sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, savaş hakkında bilgilendirici bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal konuşmasında şunları söyledi: Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi, pek büyük bir meydan muharebesidir. Harp tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir... Bizi imha etmek görüşü karşısında varlığımızı silahla korumak ve savunmak pek tabiidir. Bundan daha tabii ve daha haklı bir hareket olamaz. Aynı gün Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, Mustafa Kemal Paşa’ya kanunla “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Meclis’e hitaben bir teşekkür konuşması yaptı: Kazanılan bu başarı, Yüksek Heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordumuzdur. Mustafa Kemal, ertesi gün de orduya hitaben bir bildiri yayımladı: Zaferden dolayı sizin kahramanlıklarınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük zaferlerin millet tarafından takdirini gösteren bu rütbe ve unvanı, ancak size mal ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağım.
2 tane aynı atmışsınız elinize sağlık bu arada
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
21092015.jpg


Gazi, Sığırtmaç Mustafa’yı hastanede ziyaret etti

21.09.1929


Mustafa Kemal, daha sonra himayesine alacağı Sığırtmaç Mustafa’yla 1929 Eylül’ünde tanıştı. O tarihte Yalova’da bulunan Mustafa Kemal, sık sık çevrede gezilere çıkıyor ve yöreyi tanımaya çalışıyordu. Bir gün grup halinde atla gezinti yaparken, Balabandere civarında yolunu kaybetti. Orada, sığırları güden bir çocuk gördü. 11 yaşında, çıplak ayaklı çoban Mustafa, Gazi’yi tanımamıştı. Sorulan sorulara verdiği zeki ve açık cevaplar Gazi’nin hoşuna gitti. Üstelik Sığırtmaç Mustafa, Gazi’nin kendisine teklif ettiği parayı da sadece cebindeki cevizler karşılığında kabul etti. Mustafa Kemal, bu kavruk ve sıtmalı Anadolu çocuğunu daha sonra yanına aldırarak, tedavi amacıyla Şişli Etfal Hastanesi’ne yatırdı. Zaman zaman da hastaneyi ziyaret ederek onun sağlık durumuyla yakından ilgilendi. Küçük Mustafa, 1918 yılında Varna civarında doğmuş, daha sonra bütün mal ve mülkünü Bulgaristan’da bırakan ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçmen olarak gelmişti. Mustafa, çok az bir ücret karşılığında sığırtmaçlık yapıyor ve kazandığı parayla ailesinin bütçesine katkı sağlıyordu. Okuma yazma bilmeyen Mustafa, sağlığına kavuştuktan sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından okula gönderildi. Kuleli Askeri Lisesi’ni ve 1941 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. Tankçı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılan Mustafa Demir, 1960 yılında kalp rahatsızlığı nedeniyle binbaşı rütbesindeyken emekliye ayrıldı ve ömrünün son yıllarını Yalova’da geçirdi. O devirde kamuoyunda büyük ilgi uyandıran Sığırtmaç Mustafa’nın Atatürk’le tanışma hikâyesi, gazete haberlerinde ve öykülerde etraflıca işlenmiş, ayrıca Mehmet Selahattin’in bir şiirine de konu olmuştur.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
22092015.jpg


Samsun’da öğretmenlerle buluşma

22.09.1924


Mustafa Kemal, 1924 sonbaharında çıktığı yurt gezisi kapsamında, 22 Eylül günü Samsunlu öğretmenlerle bir araya geldi. Öğretmenlerle sohbetinde “milli terbiye”nin yaratılmasının önemine işaret eden Mustafa Kemal, ulusu ileriye taşıma görevinin, herkesten önce rehberlik görevini üstlenen öğretmenlere ait olduğunu söyledi. Efendiler! Bizim ulusumuz derin ve zengin bir geçmişe sahiptir... [Fakat] tüm bu devirlerde Türk kendi ruhunu, benliğini, yaşamını unutmuş, nereden geldiği belirsiz birtakım önderlerin bilinçsiz aracı durumuna düşürülmüştür... Varlığıyla herhangi bir amaca, sonucu aşağılanmak olan, tutsaklık olan, bedavadan köleliğe varan, horlanan bir hedefe sürüklenmiştir. Üzülerek söylüyorum, ulus bu aymazlığı çok sürdürdü. Bu yüzden her çeşit sefalete ve mahkûmiyetlere uğramaktan kurtulamadı... Bu konuda tutulan yön yanlışsa, koskoca bir ulus inandığı ve güvendiği kitaplardan, kutsal kitaplardan örnek alarak rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak peşlerinden yürürse ve bu yürüyüş onları yok olmaya ve yenilgiye götürürse, kabahat bu yönü izleyen temiz, iyi huylu, özverili, rehberine güvenen zavallı halktan çok rehberlere ait değil midir? Efendiler, ulusal terbiyenin ne demek olduğu konusunda artık kavram kargaşası kalmamalıdır. Bir de ulusal terbiye temel sayıldıktan sonra dilini, yöntemini, araçlarını da ulusallaştırma zorunluluğu vardır ve bu tartışılamaz.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
23092015.jpg


Avusturyalı gazeteciyle mülakat

23.09.1923


Mustafa Kemal Paşa, Avusturya’da yayımlanan Die Presse gazetesinin muhabiri Josef Hans Lazar’a 23 Eylül 1923 günü Ankara’da bir demeç verdi. Gazi, bu röportajında Cumhuriyetin kuruluşuna dair güçlü sinyaller verirken, pürüzlerin yaşandığı Avrupa ilişkilerine de değindi. Meclis’in başkanlık odasında gerçekleştirilen röportajda Mustafa Kemal, Türkiye’nin dış ilişkileri geliştirme hedefi hakkında şunları söylüyordu: Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, ellerinde olan tüm imkânlarla Türklere karşı kin duyguları ve aşağılama hisleri beslemeyi alışkanlık haline getirdiler. Bu beyinlerde kök salan duygu ve düşünceler, bizim yorulmadan mücadele ettiğimiz bir Batı mantalitesini oluşturuyor. Tüm değişikliklere ve olaylara rağmen halen bu duygular tamamen yok olmadı. Halen Türkleri, her türlü ilericiliğe karşı, düşman olan, entelektüel ve ahlaki gelişmeye kapalı, barbar insanlar olarak görmek istiyorlar. Bizi batmaya mahkûm bir ulus olarak gören Batı, çöküşümüzü hızlandırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Doğrudur, padişahlık döneminde hükümetler Türk halkının Avrupa ile temasını engellemek için çabaladılar. Böylece halkı baskı altında tutup, her türlü özgür düşünce beyanını engellemeleri daha kolay oluyordu. Ama biz Türk milliyetçiler çevremizi, içte ve dışta olanları açık ve net bir şekilde gözlüyoruz. Çok iyi biliyoruz ki, insanlarımızın başka uluslarla temasa geçmesi, bizim öz menfaatimizedir. Biz zaman kaybetmeden, hızlıca Avrupa ile ilişkileri geliştirmek için çalışarak elimizden gelen her şeyi yapmak istiyoruz.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
24092015.jpg


10. Yıl Marşı bestelendi

24.09.1933

Aradan 80 yılı aşkın zaman geçtiği halde, bugün halen herkesin dilinde gezen 10. Yıl Marşı, 24 Eylül 1933 tarihinde Cemal Reşit Bey (Rey) tarafından bestelendi. Mustafa Kemal Paşa, 10. Yıl Marşı’nı ilk kez 14 Ekim 1933’te, Cumhuriyet Halk Fırkası binasında Müstakil Jandarma Taburu’ndan dinledi. Marşın besteleniş öyküsünü bizzat Cemal Reşit Rey’in ağzından dinlemiş olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Gürer Aykal, olayların gelişimini şöyle aktarır: Bir gün bir motosiklet evinin önünde durur ve sürücü bir resmi zarfı Cemal Bey’e verir. O zarfta Cemal Bey’den, Cumhuriyetimizin onuncu yılı için bir marş bestelemesi istenmektedir.
Cemal Bey, bu istekten dolayı gururlanır, ancak aradan beş gün geçtikten sonra Ankara’dan bir telgraf alır. Telgrafta marşı ne zaman Ankara’ya gelip teslim edeceği sorulmaktadır. Öylesine heyecanlanır ki, hemen marşı bestelemeye koyulur. Öncelikle bu marş “majör” tonda olmalıdır ve en fazla 6 ses içinde ve kolay söylenebilecek, akılda kalabilecek bir melodiyi içermelidir der... Aradan geçen bir hafta sonunda Cemal Bey Ankara’ya gider ve dönemin bakanlarının önünde, yazmış olduğu bu marşı söyler. Marş bitince bir sessizlik hâkim olur. Cemal Bey heyecan içindedir o an... Hemen ardından bakanlar uzunca bir süre Cemal Bey’i alkışlayarak kutlarlar.
Cemal Bey, İstanbul’a büyük bir mutluluk içinde döner.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
25092015.jpg


Ankara Etnoğrafya Müzesi’nin temeli atıldı

25.09.1925


Türk Milli karakterini, tarihini ve kültürünü yansıtmak üzere kurulması planlanan Ankara Etnoğrafya Müzesi’nin temeli 25 Eylül 1925 günü atıldı. Macar Türkoloğu Prof. J. Meszaroş’un önerisi ve Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla bir “Milli Müze” kurmak üzere inşasına başlanan yapı, Cumhuriyet döneminin planlanarak yapılan ilk müze binasıydı. Müzenin inşası için seçilen yer, Ankara’nın Hacettepe semtinde, Namazgâh Tepe adıyla bilinen yerdi. Müze binasının tasarımı için, Birinci Ulusal Mimarlık akımının önemli mimarlarından Arif Hikmet Bey (Koyunoğlu) davet edilmiş, o da eski Türk mimarisinden aldığı ilhamla, projesini on beş gün içerisinde tamamlayıp teslim etmişti. Temel taşı İsmet Paşa tarafından konulan müzenin inşası 1926 yılında tamamlandı. Ardından, İstanbul Müzeleri Müdürü Halil Ethem Bey başkanlığında kurulan komisyon tarafından satın alınan eşyalar İstanbul’dan Ankara’ya getirilerek, Prof. Meszaroş’un hazırladığı rapor doğrultusunda yerleştirildi. Yapımı tamamlanan müzeye 1 Haziran 1927 tarihinde, eski kültür müdürü Hamit Zübeyr Koşay yönetici olarak atandı. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından müzenin önünde Atatürk’ün at üzerinde büyük bir bronz heykeli yaptırıldı. İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılan heykel, 4 Kasım 1927’de açıldı. Ankara Etnoğrafya Müzesi, 18 Temmuz 1930 günü kapılarını halka açtı. 1938 yılına kadar müze olarak işlev gören yapı, Atatürk’ün vefatı üzerine geçici bir kabir olarak yeniden düzenlendi ve Ulu Önder’in naaşı 1953’te Anıtkabir’e taşınıncaya kadar burada kaldı. Bu kısım halen, Atatürk’ün anısına hürmeten sembolik bir kabir şeklinde korunmaktadır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
26092015.jpg


Birinci Türk Dil Kurultayı toplandı

26.09.1932


Türkçenin özleşmesini ve gelişmesini sağlamak amacıyla kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, dilbilimcilerin, yazarların, aydınların ve halk temsilcilerinin katılımıyla Birinci Türk Dili Kurultayı’nı 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirdi. Kurultayda seçilen yönetim kurulu, ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında yaptı. Kurul, dil devriminin amacını Türk dilini ulusal kültürün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, Türkçeyi çağdaş uygarlığın bütün gereklerini karşılayabilecek bir yetkinliğe ulaştırmak, yazı dilinden yabancı öğeleri atmak ve ana öğeleri öz Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak olarak belirledi. Kurultayda 22 tebliğ sunuldu. Tartışılan konular, Türk Tarih Tezi ile de uyumlu olarak, genellikle Türk dilinin eskiliği ve başka dillerle ilişkisi üzerineydi. Kurultayda ayrıca çeşitli çalışma kolları kuruldu. “Sözlük-Terim Kolu” başkanlığına Ahmet Cevat (Emre); “Derleme Kolu” başkanlığına Ragıp Hulusi (Özden); “Linguistik-Filoloji Kolu” başkanlığına Hasan Âli (Yücel); “Yayın Kolu” başkanlığına da İbrahim Necmi (Dilmen) getirildi. Kurultayda kararlaştırılan konulardan bir diğeri de, il ve ilçelerde “Derleme Kurulları” oluşturmak suretiyle, halk ağzından söz derleme çalışmalarına başlamaktı. Ayrıca Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe karşılıklar bulmak amacıyla bir dil anketi yapılacaktı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
26092015.jpg


Birinci Türk Dil Kurultayı toplandı

27.09.1932


Türkçenin özleşmesini ve gelişmesini sağlamak amacıyla kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, dilbilimcilerin, yazarların, aydınların ve halk temsilcilerinin katılımıyla Birinci Türk Dili Kurultayı’nı 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirdi. Kurultayda seçilen yönetim kurulu, ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında yaptı. Kurul, dil devriminin amacını Türk dilini ulusal kültürün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, Türkçeyi çağdaş uygarlığın bütün gereklerini karşılayabilecek bir yetkinliğe ulaştırmak, yazı dilinden yabancı öğeleri atmak ve ana öğeleri öz Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak olarak belirledi. Kurultayda 22 tebliğ sunuldu. Tartışılan konular, Türk Tarih Tezi ile de uyumlu olarak, genellikle Türk dilinin eskiliği ve başka dillerle ilişkisi üzerineydi. Kurultayda ayrıca çeşitli çalışma kolları kuruldu. “Sözlük-Terim Kolu” başkanlığına Ahmet Cevat (Emre); “Derleme Kolu” başkanlığına Ragıp Hulusi (Özden); “Linguistik-Filoloji Kolu” başkanlığına Hasan Âli (Yücel); “Yayın Kolu” başkanlığına da İbrahim Necmi (Dilmen) getirildi. Kurultayda kararlaştırılan konulardan bir diğeri de, il ve ilçelerde “Derleme Kurulları” oluşturmak suretiyle, halk ağzından söz derleme çalışmalarına başlamaktı. Ayrıca Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe karşılıklar bulmak amacıyla bir dil anketi yapılacaktı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
28092015.jpg


Deniz kuvvetlerinin önemi

28.09.1915

1915 Eylül’ünde Çanakkale’de görev yapan Mustafa Kemal, çadırında hasta yatarken, kendisini ziyarete gelen Dr. Ernest Jäckh ile savaşın gidişatı ve genel savunma konularında biraz sohbet eder. Mustafa Kemal, bir ülke için güçlü bir donanmaya sahip olmanın önemini, doktora şu sözlerle açıklar: Tam manasıyla Ruslar gibi karaya tıkıldık. Ruslar çökmeye mahkûmdurlar, çünkü Boğazlar’ı kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım. Bu suretle müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de aynı sebep dolayısıyla yıkılmaya mahkûmuz. Gerçekten biz; Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz. Fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız. Deniz kuvvetlerine sahip olmayan bir kara devleti olmak itibariyle biz, yarımadamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı müdafaaya asla muktedir olamayacağız.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
29092015.jpg


İtalyanlar Trablusgarp’ta Osmanlı’ya savaş ilan etti

29.09.1911

20. yüzyıl başında Avrupalı devletler arasında süregelen etki alanını genişletme çabaları doğrultusunda İngiltere Mısır’da, Fransa da Tunus’ta hâkimiyet kurmuştu. Bu durum karşısında İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’yi ele geçirmek üzere harekete geçti. Ruslarla anlaşarak kendini güvence altına alan İtalya, 28 Eylül 1911’de, bölgedeki İtalyan uyruklulara kötü davranıldığı gerekçesiyle Osmanlı Devleti’ne bir ultimatom verdi. Ardından da 29 Eylül 1911 tarihinde savaş ilan etti. 5 Ekim 1911’de Trablus’a asker çıkaran İtalya, 20 Ekim’e kadar peş peşe Tobruk, Derne ve Bingazi’yi ele geçirdi. Bu oldu bitti karşısında Osmanlı ordusunun genç subaylarından bir bölümü Trablusgarp’ı savunmak için gönüllü olarak cepheye gittiler. Bu subaylardan biri de, gazeteci Mustafa Şerif kimliğiyle 8 Aralık 1911’de Trablusgarp’a ulaşan Kolağası Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal, ilk savaş deneyimi olmasına rağmen Trablusgarp’ta başarılı bir askerlik sergiledi. 22 Aralık’ta Tobruk Savaşı’nı kazandı, ardından Derne’ye geçti. Derne’deki çarpışmalar sırasında gözünden yaralanarak bir ay kadar hastanede kaldı. Trablusgarp Savaşı devam ederken Balkan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Osmanlı Devleti İtalya’dan barış istemek zorunda kaldı. 18 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Uşi Antlaşması’yla Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakıldı. Gönüllü subaylar da Balkan Savaşı’nda görev almak üzere İstanbul’a döndüler.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
30092015.jpg


Türkiye İdman Cemiyetleri heyetine sesleniş

30.09.1926


Cumhuriyetin ilk yıllarında spor, devlet yönetiminin en çok önem verdiği konulardan biriydi. Bu ilginin temel nedeni, “ulusun güçlü evlatlarını” yetiştirmede spora biçilen roldü. Bu anlamda sporun teşvik edilmesi milli bir görev olarak algılanıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 30 Eylül 1926 tarihinde, Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı (Birliği) kongresinde yaptığı konuşmada, sporu yönetenlere bu görevi hatırlatarak şöyle sesleniyordu: Efendiler! Cihanda spor yaşamı, spor âlemi çok önemlidir. Bunu siz uzmanlara söylediğim için beni bağışlayın. Böylesine önemli olan spor yaşamı bizim için daha da önemlidir. Çünkü, ırk meselesi söz konusudur. Irkın iyileştirilmesi, açılması söz konusudur... Efendiler, Cumhuriyet hükümetimiz ve Büyük Millet Meclisi, ulus için temel ve yaşamsal olduğundan kuşku duymadığı bu konuda üzerine düşeni yapacaktır. Doğal olarak bunda asla kuşkumuz yoktur. Ama efendiler, çok yüce bir işin girişimcisi olarak karşımdakilere açık ve kesin olarak söyleyeyim ki, başarıya ulaşmak için her türlü yardımdan çok tüm ulusça sporun niteliği, değeri anlaşılmak ve ona yürekten sevgi duymak, onu vatan görevi saymak gerekir. İşte sizin omuzlarınızdaki ağır yüklerden biri, bu gerçeği gün ışığına çıkarmak olmalıdır.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
01102015.jpg


Heyet-i Temsiliye Ankara yolunda

01.10.1919


23 Temmuz 1919’da açılan Erzurum Kongresi sonunda, kongre adına siyasi kararlar almak ve bu kararları uygulamak amacıyla Mustafa Kemal’in başkanlığında 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) oluşturulmuştu. Bu heyette Mustafa Kemal Paşa’nın yanı sıra Rauf Bey (Orbay), İzzet Bey (Eyyüboğlu), Raif Efendi (Dinç), Süleyman Servet Bey (Orkun), Ahmet Fevzi Efendi (Baysoy), Bekir Sami Bey (Kunduh), Sadullah Fevzi Efendi (Eren) ve Hacı Musa Bey yer alıyordu. 4 Eylül’de toplanan Sivas Kongresi’nde bütün ulusal direniş örgütlerini birleştirecek şekilde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasıyla, Heyet-i Temsiliye üyelerinin sayısı 16’ya çıkarıldı. Bu aşamada katılan yeni üyeler şunlardı: Refet Bey (Bele), Kara Vasıf Bey, Mazhar Müfit Bey (Kansu), Ömer Mümtaz Bey (Tanbi), Hüsrev Sami Bey (Kızıldoğan), Hakkı Behiç Bey (Bayiç) ve Ratipzade Mustafa Efendi. Yeni haliyle kurul geçici bir hükümet niteliğine bürünmüştü ve kongrelerde belirlenen amaçlar çerçevesinde her türlü siyasi ve idari kararları almaya yetkili kılınmıştı. Mustafa Kemal Paşa, heyet reisi olarak, kurulu toplama olanağının bulunmadığı durumlarda heyet adına karar alıp imzalama yetkisine sahipti. Mustafa Kemal’in 1 Ekim 1919 tarihinde Kâzım Karabekir’e gönderdiği şu telgraf, Milli Mücadele’nin merkezinin Erzurum ve Sivas’tan sonra nereye gideceğinin de işaretçisiydi: Vaziyet inşallah lehimize mesut gelişmesine devam ettikçe aynı zamanda Heyet-i Temsiliye karargâhının Ankara’ya ve daha Batı’ya nakil suretiyle İstanbul’a yaklaşmak hususunda da etkili olabileceğini düşünüyoruz. Bu yoldaki görüşlerinizi anlamak istiyoruz.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
02102015.jpg


Refet Bele öldü

02.10.1963

Kurtuluş Savaşı komutanlarından ve Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından Refet Bele, 2 Ekim 1963 tarihinde İstanbul’da öldü. 1899’da Harbiye Mektebi’ni ve 1912’de Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında çeşitli görevler aldı. Mütareke döneminde 3. Kolordu komutanlığına atandı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’le birlikte Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’ye katıldı. Amasya Tamimi’ni Rauf Bey (Orbay) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte imzaladı. Sivas Kongresi’nden sonra Heyet-i Temsiliye’ye katıldı. Birinci TBMM’ye İzmir milletvekili olarak girdi. 1920 ve 1921 yıllarında iki kez dahiliye vekili oldu. Çeşitli ayaklanmaların bastırılmasını sağladı ve Güney Cephesi komutanlığına atandı. Burada gösterdiği yararlılıklar nedeniyle mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi. Mudanya Ateşkesi’nden sonra TBMM tarafından Trakya’yı Yunanlılardan devralmakla görevlendirildi. Kasım 1922’de Ankara Hükümeti’nin İstanbul temsilciliğine getirildi ve İstanbul’da halk tarafından coşkulu bir şekilde karşılandı. 8 Kasım 1924’te bir grup arkadaşıyla Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa ederek, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Partinin 1925’te kapatılmasından sonra, İzmir Suikastı nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve suçsuz bulundu. 1926’da milletvekilliğinden istifa ederek bir süre siyasetten uzak durdu. Atatürk’ün ölümünden sonra yeniden Meclis’e giren Refet Bele, 1950’ye kadar dört dönem milletvekilliği yaptı. Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde Beyrut’ta Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Komitesi’nde Türk delegesi olarak görev yaptı.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
03102015.jpg


Yugoslavya Kralı Alexander İstanbul’da

03.10.1933


Türk dışişleri, Cumhuriyetin ilanından sonra diğer komşu coğrafyalarda olduğu gibi Avrupa’nın kaynayan kazanı Balkanlar’da da istikrarlı ve barışçıl bir siyaset izledi. Hemen tüm Balkan ülkeleriyle dostluk antlaşmaları imzalayan Türkiye, bu dönemde Yugoslavya ile de yakın ilişkiler kurdu. İki ülke arasında 1925 yılında bir Dostluk Antlaşması imzalandı. Yugoslavya Kralı Alexander’ın 4-5 Ekim 1933 tarihleri arasında İstanbul’u ziyaret etmesi, ilişkileri daha da güçlendirdi. Mustafa Kemal ve Alexander, 4 Ekim’de Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşen buluşmada ağırlıklı olarak Balkanlar’daki barış ve istikrar konusunu görüştüler. Bu sıcak gelişmelerin neticesinde, 27 Kasım 1933’te Belgrad’da Türkiye ile Yugoslavya arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümlenmesi ve taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğerinin saldıranı kınaması ilkesi kabul edildi. Ardından, Yugoslavya Başbakanı Stoyadinoviç 28 Ekim 1936’da Ankara’ya geldi. Bu ziyaretten büyük memnuniyet duyan Atatürk, iki ülke arasındaki sıcak ilişkilere yönelik olarak Yugoslav gazetecilere şunları söyledi: Gerçekleştirdiğimiz müşterek dostluk devam edecektir. Bu dostluğun devamına ve daima daha kuvvetlenmesine çalışacağım. Bu dostluk, bütün barış dostları için bir işaret teşkil eder. Böyle bir dostluk ancak insani ve kardeşçe hislerle yeşerir.
 

Lowindy

Kıdemli Üye
24 Eyl 2016
2,547
14
03102015.jpg


Yugoslavya Kralı Alexander İstanbul’da

04.10.1933


Türk dışişleri, Cumhuriyetin ilanından sonra diğer komşu coğrafyalarda olduğu gibi Avrupa’nın kaynayan kazanı Balkanlar’da da istikrarlı ve barışçıl bir siyaset izledi. Hemen tüm Balkan ülkeleriyle dostluk antlaşmaları imzalayan Türkiye, bu dönemde Yugoslavya ile de yakın ilişkiler kurdu. İki ülke arasında 1925 yılında bir Dostluk Antlaşması imzalandı. Yugoslavya Kralı Alexander’ın 4-5 Ekim 1933 tarihleri arasında İstanbul’u ziyaret etmesi, ilişkileri daha da güçlendirdi. Mustafa Kemal ve Alexander, 4 Ekim’de Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşen buluşmada ağırlıklı olarak Balkanlar’daki barış ve istikrar konusunu görüştüler. Bu sıcak gelişmelerin neticesinde, 27 Kasım 1933’te Belgrad’da Türkiye ile Yugoslavya arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümlenmesi ve taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğerinin saldıranı kınaması ilkesi kabul edildi. Ardından, Yugoslavya Başbakanı Stoyadinoviç 28 Ekim 1936’da Ankara’ya geldi. Bu ziyaretten büyük memnuniyet duyan Atatürk, iki ülke arasındaki sıcak ilişkilere yönelik olarak Yugoslav gazetecilere şunları söyledi: Gerçekleştirdiğimiz müşterek dostluk devam edecektir. Bu dostluğun devamına ve daima daha kuvvetlenmesine çalışacağım. Bu dostluk, bütün barış dostları için bir işaret teşkil eder. Böyle bir dostluk ancak insani ve kardeşçe hislerle yeşerir.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.