Sahte Mollalarla Hahamların Kontrollü Savaş Senaryosu

AKėLa1

Kıdemli Üye
15 Eki 2009
4,733
1
Mersin
iran-israil3.jpg


2005 yılında; Ortadoğu'da İran ile İsrail arasında savaş senaryoları yazıldı çizldi

6 yıl geçti. Birileri bu tuzağa yürüyor. Bu savaşın sonunda İran sınırlarını korurken, sahte mollalar rejimlerinin altyapısını güçlendirecek; batı silah ve nükleer pazarını palazlandıracak; İsrail sınırlarını genişletecek ve Türkiye küçülecektir.

Kudüs'le İran İşbirliği Yaptığında Anadolu'da Haçlıların Karşısında Yine Türkler Vardı

Böyle bir ortamda; Türkiye'nin bekaası için güvenlik kurmaylarının "komplo teorisi" yaftasına aldırmadan, olasılık matrikslerine en sıradışı olasılıkları bile yerleştirmeleri ve bu olasılıklara karşı hazırlıklı olmaları şart. Hele bu "sıradışı" olasılıkların; tarihte bir benzeri gerçekleşmiş ve mevcut şartlarda teorik bir gerçekliği mevcutsa!

Ortadoğu'daki gelişmeleri; sinema ekranında üzerimize doğru gelen trenin gerilimini hissederek fakat "nasılsa tren ekrandan çıkamaz" şeklinde bırakmak istemediğimiz sahte bir güvenle seyrediyoruz.

Bu arada; düşünsel altyapımıza, "ABD Suriye'ye saldırmaya hazırlanıyor", "ABD İran"'a saldırmaya hazırlanıyor" şeklinde cümlelerle serilen kurguda; ABD'nin saldırı hazırlıkları sırasında aynı zamanda Türkiye'nin çevresini askeri ve lojistik olarak güçlendirdiği gerçeği perdeleniyor.

Olay gittikçe daha fazla farkına varan kitlelerin tedirginliği arttıkça; bir yandan bu kitlelerin tedirginliğini siyasi rant yapmak için sahte kulvarlar hazırlayanlar çoğalıyor; bir yandan da artık verilen uyuşturucu söylemi kabul etmeyen bünyeye kontra söylemler üzerinden yeni düşünsel dinamikler biçiliyor. Sahneye sürülen yeni "Anti-Amerikancılık" modasını bu bakış açısı ile Jeo-Kritik'in diğer yazısında ele alacağız.

Tezin de, anti-tezin de bu kadar manipülasyona açık hale geldiği bir ortamda;

Türkiye'nin güvenlik bürokrasisinin gözünde, geleceğe yönelik bir olasılık setinin ağırlığını arttırırken; diğerlerini düşürmek ve hatta "komplo teorisi" olarak marjinalize etmek olduğunu görüyoruz. "Müttefik" bildiklerimizin "esas" niyetlerinin, "komplo" diye küçümsenen olasılık setinin arkasına gizlenmişken; devlet reflekslerimizin sahte/perde bir olasılık seti üzerinden kurgulanarak; Türkiye'yi tuzağa düşürecek tarihsel mizansenlerin yaratılması ciddi bir tehdit olarak karşımıza duruyor.

Aşağıdaki analiz; bu mantık çerçevesinde;

önümüze bir "İran-Suriye cephesi"; Anglosakson-Siyonist" cepheye karşı olarak sunulan Ortadoğu senaryosuna farklı bir bakış açısı getirmeye çalışıyor ve

"Ya AngloSakson/Siyonist cephe İran ile kontrollü savaş senaryosu üzerinde uzlaşma sağlandıysa"

gibi; ilk bakışta hayli tartışmalı bir soru ile başlıyor.

Bu gerçeği "komplo" olarak çamurlamak konusunda cevval olanlara tedbiren baştan vurgulayalım:

Herhangi bir tezi derinleştirmeden önce; sözkonusu tezin boynundan "saçma" yaftasını çıkarmak gerekir.

Eski MİT Müsteşarlarının bile; "ABD'ye karşı savaşmayı" "hastalıklı düşünce" olarak nitelendirdiği;

Medyanın bir "medeniyet" yaygarası peşinde koca bir "AB Pravdasına" dönüştüğü bir ortamda,

alternatif düşüncenin "saçma" olarak nitelendirilmesi için zeka değil, "kaba medya kuvveti" yeterli olmaktadır.

Bunun için sözkonusu tezi oluşturan alt unsurları en az üç temel zemin üzerinden meşrulaştırmak şarttır.

İşte bizde; "İsrail ile İran arasında bir kontrollü savaş senaryosunun" gündemde olabileceğini; olası bir doğru olarak üç meşruiyet zemini üzerinden ortaya koyacağız.

Kanıtsal meşruiyeti ise ancak zaman sağlayabilir.

"İran gibi "İslami" bir ülkenin; İsrail gibi "can düşmanı" "Yahudi" bir ülke ile işbirliği yapacağını düşünmek saçmalıktır" diyebilecek olanlardan başlamak lazım.

Öncelikle; yukarıdaki cümle, bir ders kitabı için mantıklı önermeler içeriyor olabilir fakat belli ve tehlikeli önyargılar içermektedir.

İran; İslami bir ülkedir ama "Şii" bir ülke olup; Şii'lik İslam içerisinde çeşitli ezoterik/batini kolları ile hayli farklı bir konumdadır.

İsrail'in İran'la "can düşmanı" olduğu gibi kavramlar; uluslararası politikaya, medyatik bir analiz düzeyi ile yaklaşımı ve dolayısı ile; ülkelerin resmi duruşları ile, o ülkeleri yöneten çeşitli alt odak ve akımların, karşı ülkenin alt odak ve akımları ile elit etkileşim/işbirliği/çatışma mekanizmalarını gözardı eden hayli steril bir dış politika yaklaşımıdır.

Bu yaklaşım; incelenecek ülkeler; ABD gibi bir kabuk devlete dönüşmüş ve içinde çok çeşitli güç koalisyonlarının
cirit attığı bir yapı sözkonusu olduğunda daha da yüzeysel kalmaktadır.

Dolayısı ile; "Yahudi" İsrail'in; "Müslüman" İran'la işbirliği yapmayacağı tezi belli yüzeysel varsayımları gerektirir ki; bu analiz bu varsayımları reddetmektedir.

Çünkü tarihte; klasik bakış açısı ile birbirlerine düşman gözüken yapıların; hem de Ortadoğu'da, hem de "düşman" dini anlayışların merkezinde olsalar bile işbirliği yaptığı mevcuttur.

İşte size bir tarihsel meşruiyet zemini...

Şii'lik bünyesinde çok farklı kollar barınmakta olup; İslam'ın diğer kolları tarafından ciddi suçlamalara maruz kalmaktadırlar. Bu basit bir mezhep ayrılığından öte ayrışmalara denk düşmektedir.

Örnek olarak El-Kaide'nin ideologlarından, Bin Ladin'in yakın arkadaşı ve Suudi Arabistan sorumlusu Yusuf El-Ayeri; ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Haziran 2003'te yayınlanan "Bağdat'ın Düşmesinden Sonra Irak ve Arap Yarımadasının Geleceği" isimli kitabının basımından üç ay sonra Suudi güvenlik birimlerince öldürülmüştür.

Ayeri'nin özelliği; Şiileri, "Haçlılar ve Siyonistlerle İşbirliği" ve onların beşinci kol faaliyetlerini yürütmekle suçlamaktır.

Irak'taki direnişe destek veren Ebu Musab El-Zerkavi'de; Şiiler için "çok tanrılı" gibi ifadeler kullanmakla kalmayıp; Sistani için "Yahudi dönmesi" ifadesini kullanmıştır.


Şii'liği; İslam mezhepleri arasında bu tarz suçlamalara konu eden yapısı; özellikle bazı kollarının ezoterik yapısıdır.


İmamlık müessesisinin; Tanrı ile kul arasındaki konumunun; Yahudilikte Hahamlık, Hristiyanlıkta İsa Mesih müessesesi ile gösterdiği benzerliklerden tutun da, kayıp imam mevzuunun ve tekrar dünyaya geri döneceği beklentisine kadar bir çok alt başlık; Şiiliğin özellikle bazı ezoterik kollarının; Yahudilik ve Hristiyanlığın ezoterik yorumları ile benzer inanç zeminlerine ve dinamiklerine hizmet edebileceği yolundaki yorumlara/eleştirilere bir haklılık zemini kazandırmaktadır.


Hele Şiiliğin bir kolu vardır ki; İsmailliye diye anılan bu tarikat, zamanında, neredeyse tarihsel bir kült figüre dönüşen Hasan Sabah'ın liderliğinde İran merkezli bir devlet bile kurmuştur.

Hasan Sabah; müridlerini haşhaş yolu ile etkileyip, suikast misyonlarına yollamış ve İngilizce'de suikastçi anlamına gelen "assassin" kelimesi, "haşhaşin" kelimesinden ve Hasan Sabah'ın bu uygulamasından türemiştir.

Bugün hala varlığını sürdüren ve kendilerini İsmaililer olarak tanımlayan bu mezhebin en son imamı bildiğiniz "imamlardan" değil.

Kendisi, babası, oğulları, kızı ve amcaları ile Batı'nın üst düzey aristokrat okullarında eğitim görmüş tam bir burjuva.

Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini iddia eden İsmaililerin bu 49. imamının'nın dedesi BM'nin öncüsü sayılan Devletler Liginin Başkanlığını; babası Aly Khan Pakistan'ın BM Büyükelçiliğini; amcası Sadruddin Aga Khan BM Mülteci Komiserliğini ve ilginç bir şekilde BM'nin Irak-Türkiye sınır bölgeleri Temsilciliğini yapmış.

"İmam" Aga Khan'ın kardeşi "Prens" Amyn; abisi gibi Harvard'dan mezun olduktan sonra BM Sekreteryası bünyesindeki Sosyal ve Ekonomik İşler bölümünde çalışıyor ve bünyede İmamlığa bağlı sosyal kurumların çalışmaları ile ilgileniyor.

Yine Harvard'dan mezun olan en büyük oğlu, Williams'dan mezun olan küçük oğlu ve yine Harvard'dan mezun olan kızı Prens Zahra' da İmamlığın "Aga Khan Kalkınma Ağı" verilen sosyal kurumları ile ilgileniyorlar. Kısacası; tam bir aristokrat imamlık müessesesi ile karşı karşıyayız.

Bugün hayli aristokrat bir yapıya bürünün bu Şii tarikatın gerçekleştirdiği çalışmaların merkezinin Londra olduğunu da notlarımıza ekleyelim.

İsmailiye tarikatının zamanında kimlerle işbirliği yaptığı analizimiz açısından önemli.

Bu Şii tarikatını; tarihte; işe Kudüs'teki Tapınağı korumakla başlayıp, başlı başına bir küresel çeteye dönüşen Tapınak Şovalyeleri tarikatı ile işbirliği yaparken görüyoruz.

Tapınak Şovalyeleri'nin sembol iki rengi olan kırmızı ve beyaz ile Hasan Sabah'ın tarikatının renklerinin benzer olması gibi "tesadüf" ile açıklanabilecek ayrıntılara değinmiyoruz bile. Tarih kayıtları; Tapınak Şovalyeleri ile Hasan Sabah arasında çeşitli dönemlerde işbirliği yaşandığını gösteriyor ve hatta; daha sonra, yolda çıktıkları gerekçesi ile yargılanan ve infaz edilen tapınakçıların; "Hasan Sabah'ın tarikatının etkisine girme ve onların 'şeytan tanrısına' tapıp, onlara hizmet etmekle" suçlandıklarını bile görüyoruz.

Bu tarihsel işbirliği kesitinin dikkat çekici bir özelliği de var : Biri "Musevi-Hristiyan", diğeri "İslam" kökenli bu iki tarikatın işbirliği zemini; Selçuklu Türklerinin bölgelerinde ikisi için de tehdit olduğu dönemlerde yoğunlaşıyor.

Dolayısı ile tarihten bir örnek bize İran merkezli "derin" yapılar ile Kudüs merkezli "derin" yapıların işbirliğinin; hem de bir Türk devletine karşı işbirliğinin somut bir örneğini sunuyor.

ABD'nin İran'ı; İran'ın ABD'yi kamuoyu önünde "şeytan" ilan etmesi yeni değildir; şeytanların sahne arkasında, dünya milletleri aleyhine pazarlık yapması da.

Bu kuşkucu yaklaşımı daha yapıcı bir noktaya çekip AngloSakson/Siyonist Cephe'nin "derin" İran ile aşağıdaki temel hatlara ait bir senaryo üzerinde anlaştığını simule edelim :

1) Savaş; İran toprakları üzerinde sınırlı (bir kaç nükleer santrali yokeden hava akımları, tesis bombalamaları, v.s.) olarak gerçekleşir. Savaş sonunda İran'ın toprak bütünlüğü korunur.

2) Savaşın başlangıcı ve ağırlık merkezi Irak'tır.

3) Kerkük üzerinden; NATO merkezli bir senaryo ile Irak'a çekilen Türkiye; yaratılan kaosta arada kalır ve müttefiklik refleksi ile yanında yeraldığı AngloSakson/Siyonist cephe için; İran'a karşı tampon bölge/savaş gücü olarak rolünü üstlenir.

4) Savaş ortamı; İran'ın mollarına, liberallere karşı kaybettikleri toplumsal zemini, "Batı karşıtlığı" , "Milliyetçilik" üzerinden yeniden kazanma imkanı tanır

5) ABD yaratılan ortamda iyice batağa girer ve ABD toplumunda büyüyen çatlağı durdurmanın ve sistemi yasal altyapısı hazırlanan polis devleti moduna geçirmenin meşru zeminleri hazırlanır. Mevcut kadrolar; iktidar aygıları üzerindeki hakimiyetlerini bu zeminde daha da derinleştirir.

6) Savaş; Irak'tan bir Şii ve bir de Kürt devleti çıkmasının "de facto" şartlarını hazırlar. İsrail'in kontrolünde bir kürdistan; İran'ın kontrolünde de bir Şii Cumhuriyeti kurulur.

7) Bombalanan altyapılar, yenilenmesi gereken silah stokları, yeniden ve daha hızlı inşa edilmesi gereken nükleer tesisler; arka planda yeni karlar, yeni komisyonlar demektir ve tabi bunları savaşlarda katlolan "kahraman" milletler değil; bu milletleri sahaya süren şeytanlar kazanır.

8) İran; "şeytana" karşı savaşmış, yenilmemiş olarak; temsil ettiği Şiilik inancı ile İslam dünyası üzerindeki liderlik rolünü pekiştirir ve İslam - Batı medeniyeti arasındaki ayrışma daha da derinleşir.

9) Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu üzerindeki kontrolü iyice zayıflarken; ordusunun stratejik derinliği ve gücü ciddi anlamda zarar görür ve ülke ekonomik olarak kendini toparlayamayacak teslimiyet noktasına çekilir.

Tezin de, anti-tezin de bu kadar manipülasyona açık hale geldiği bir ortamda;

Herhangi bir tezi derinleştirmeden önce; sözkonusu tezin boynundan "saçma" yaftasını çıkarmak gerekir.

Eski MİT Müsteşarlarının bile; "ABD'ye karşı savaşmayı" "hastalıklı düşünce" olarak nitelendirdiği;

Medyanın bir "medeniyet" yaygarası peşinde koca bir "AB Pravdasına" dönüştüğü bir ortamda,

alternatif düşüncenin "saçma" olarak nitelendirilmesi için zeka değil, "kaba medya kuvveti" yeterli olmaktadır.

Bunun için sözkonusu tezi oluşturan alt unsurları en az üç temel zemin üzerinden meşrulaştırmak şarttır.

Tarihsel Meşruiyet; Pearl Harbour baskınından ABD devletinin önceden haberdar olduğunun belgelerinden, Kennedy'nin Savunma Bakanı McNamara'nın Küba'nın işgalini "meşru" kılmak için hazırladığı "Operation Northwood"' belgelerine kadar bir çok unsur; 11 Eylül'le ilgili teorilerinin tarihsel meşruiyetini oluşturmaktadır....

ABD daha önce savaş çıkarmak için kendi ülkesine saldırılmasına gözyummuştu...

Mekanik Meşruiyet; "Arap terörist" olarak gözüken "Bin Ladin"'in Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali döneminde CIA'nin uzantısı olduğu gibi nispeten bilinen bilgilerin aydınlatılmasından öte; Bush ailesinin ve ABD'de yönetimi ele geçiren küresel cuntanın; Bin Ladin ailesi ile ilişkiler ağının deşifre edilmesi ile daha bir güçlendi..

Nedensel Meşruiyet; ABD'nin her geçen gün; ülkesine saldıran Bin Ladin'i unutup, "terörle savaş bahanesi" arkasına saldırarak; kendi emperyalist hedeflerini gerçekleştirmesi ile, "11 Eylül'ü İslamcı teröristler yaptı" tezinin, "11 Eylül; bir terörist saldırıdan çok, ABD'nin başlattığı küresel operasyonun işaret fişeği olarak dünya kamuoyunu ikna operasyonudur" tezinin güçlenmesi ile daha da sağlam bir zemine oturdu...

tarihin en şeytani komplosu olarak belleklere kazınan 11 Eylül'ün mimarları bile bazı somut kanıtların ortaya dökülmesini engelleyemediler ve bir-iki sene öncesine kadar bir kaç radikal sitedeki veriden oluşan, "Kuleler kontrollü patlama ile çökertildi", "uçaklar tanker uçaklarıydı", "Pentagon'a çarpan Boeing değildi" gibi iddialar, artık kanıtları ile birlikte ana medyanın gündemine dahi girmeye başladı.


Dolayısı ile 11 Eylül "komplo teorisi"; tarihsel, mekanik ve nedensel meşruiyetten sonra da bir de çok güçlü bir kanıtsal meşruiyet zemini üzerinden farklı bir noktaya geldi.

İşte bizde; "İsrail ile İran arasında bir kontrollü savaş senaryosunun" gündemde olabileceğini; olası bir doğru olarak üç meşruiyet zemini üzerinden ortaya koyduk

Kanıtsal meşruiyeti ise ancak zaman sağlayabilir.

(A)lıntı
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.