İdrisî Bitlisî'den Yavuz Sultan Selim'e mektup!
Oysa Türkü Kürtten, Kürtü Araptan, Arabı Türkten ayırmak imkânsızdı, imkânsızdır. Bu kardeşlik elbette kendi başına gerçekleşmedi. Ümmet şuurundan mülhem hareket eden İslâm ittihadı davasının öncü liderleri ve kanaat önderleridir bu kardeşliğin en büyük mimarları. Ülke gündemindeki mevzuya binaen söylersek, Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisinde iki büyük kumandanın adı ön plana çıkacaktır: Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları...
Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu Peygamberler, Velîler, Âlimler, Kumandanlar diyarı Din-i İslâm ile kalpleri bir, gönülleri bir, ruhları bir olan kardeşler diyarı Türke sorsanız Türklük nedir bilmez de, İslâm Ümmeti der. Nitekim adı Osmanlı ile destanlaşmıştır. Araba sorsanız Araplık nedir söylemez de, Asrı Saadetten Abbasîlere bir nizam müjdelemiştir. Kürte sorsanız Kürtlük nedir umursamaz da, Selahaddinle Kudüse koşan Eyyubî olmayı dilemiştir. Binlerce yıldır bu böyledir, böyleydi. Ta ki fitnenin merkezi Batı ve Siyonizm, İslâm ümmetinin zayıf düştüğü anda onu içten içe parçalayıp birbirine düşman eden fikirleri ruhlara zerk edene kadar.
Oysa Türkü Kürtten, Kürtü Araptan, Arabı Türkten ayırmak imkânsızdı, imkânsızdır. Bu kardeşlik elbette kendi başına gerçekleşmedi. Ümmet şuurundan mülhem hareket eden İslâm ittihadı davasının öncü liderleri ve kanaat önderleridir bu kardeşliğin en büyük mimarları. Ülke gündemindeki mevzuya binaen söylersek, Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisinde iki büyük kumandanın adı ön plana çıkacaktır: Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları...
Kürtlerin gözünde Yavuz Sultan Selim, ikinci İdris-i Bitlisî iken, Türklerin gözünde İdris-i Bitlisî, ikinci Yavuz Sultan Selimdir. Öyle ki; hangisini anarsanız anın, birini diğerinden ayırt edemezsiniz, tarih buna izin vermez, zaman buna izin vermez, iş ve eylemleri buna izin vermez. Aynı idealin, İslâm birliğinin Ehli Sünnet vel Cemaat anlayışı çerçevesinde ittihadla sağlanacağı davasının yılmaz mücadelecisi bu ikili, ölümlerini bile bu ittihadla süslemişlerdir. İslâm Birliği İttihadı için akınlar düzenlemekle birlikte, gerek tedrisat sahasında, gerekse askerî, siyasî ve ekonomik çerçevede faaliyetlere girişen bu ikili, kısa süre içerisinde ideallerini gerçekleştirmiş, hatta gerçekleştirmekle kalmayıp, yüzlerce yıllık bir tarihî birlikteliğe de imza atmışlardır. Her ikisini de tarih, altın harflerle ve hürmetle sahifelerine kazımıştır.
Peki, bahsini ettiğimiz, Yavuz Sultan Selim Hanın dostu ve müsteşarı İdris-i Bitlisî kimdir?
İdris-i Bitlisî Hazretleri; bazı kaynaklara göre 1452 tarihinde Bitliste dünyaya gelmiştir. Babası, meşhur İslâm âlimlerden Molla Câmînin sohbetlerine iştirak etmiş mutasavvıf bir âlim olan, Mevlânâ Şeyh Husameddin Alidir. Babasının kaleme aldığı eserlerinden ikisi, İrşadül-Menzilil-Küttâb adlı tefsir ile Şerh-u İstilâhâtis-Sufiye adlı tasavvufi eserdir.
İdris-i Bitlisî ilk resmî siyasî vazifeye, 1478 yılı veya hemen sonrasında, Akkoyunlu Sultanı Yakub Beyin münşîi olarak Tebrizde başlar. Sarayda daha başka vazifeler de yüklenen İdris-i Bitlisî, bu devletin 1501 yılında Safevîlerce tamamen ortadan kaldırılmasına kadar hizmetlerini sürdürür. Sultan Yakub Beyden sonra yerine geçen Sultan Rüstem ve Elvan Bey de siyasî ve askerî kabiliyetlerinden dolayı ona büyük saygı göstermişler ve devletin idarî işlerinde kendisine danışmışlardır. İdris-i Bitlisî, yaklaşık yirmi yıl kadar Akkoyunlu devletinin hizmetinde bulunmuştur.
Sühreverdî tarikatına bağlı olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, Kürtçe kadar, Farsça ve Türkçeyi de çok iyi bilmektedir. Akkoyunlu Türkmen devletinin başkentinin Diyarbakır olduğu dönemde, burada, hükümdar Uzun Hasan Beyin sarayında şehzadelerin hocası ve kâtip olarak çalışır. İdris-i Bitlisî, Şah İsmail Tebrizi işgal edip Akkoyunlu devletini yıkınca, İstanbula gelir ve bizzat II. Bayezidle görüşür. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterir ve kendisini Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla vazifelendirir. İdris-i Bitlisî, Osmanlının ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı meşhur eserini bu görevi esnasında yazar.
Sultan Bayezidin yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris-i Bitlisî Hazretleri, yeni sultanın Doğu siyasetini kendisine danışacağı müsteşarı olur. Yavuz Sultan Selimle birlikte Çaldıran seferine katılır, savaş sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçen Tebrizde bir süre kalarak Ulu Camide halka vaazlar verir. 1516 yılında, Şah İsmailin Doğu ve Güneydoğu Anadoluyu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıkınca, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlıya katılma kararı alırlar. Bu talebi de Ariza adlı bir metinde anlatan beyler, kendilerini temsilen İdris-i Bitlisî vasıtasıyla bunu Sultana iletirler.
İdris-i Bitlisîye ilâveten, İslâm birliğinin zaruretine inanan, başta Bitlis Hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfâ Emiri Eyyubîlerden II. Halil, İmâdiye Hâkimi Sultan Hüseyin olmak üzere 25-30 kadar Kürt beyi (Ümerâ-yı Ekrâd), Osmanlı Devleti ile birlikteliğe dair arzularını ve Şiî zulmünden bıkkınlıklarını padişaha arzederler. Şah İsmailin Diyarbekirin muhasarası için gönderdiği orduyu, on bin kişilik İdris-i Bitlisî kumandasındaki gönüllü birliklerle hezimete uğratan aynı beyler, daha önce de Şiîlerin Diyarbekiri sürekli kuşatmaları yüzünden yukarıda adı geçen mektubu ariza Yavuz Sultan Selime göndermişlerdir. Bu mektupta bahsedilenler şunlardır:
"Can ü gönülden İslâm Sultanına bîat eyledik, ilhadları zahir olan Kızılbaşlardan teberri eyledik. Kızılbaşların neşrettiği dalalet ve bidatleri kaldırdık ve ehl-i sünnet mezhebi ve Şafiî mezhebini icra eyledik. İslâm Sultanının namı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâda başladık. Cihada gayret gösterdik ve İslâm Padişahının yollarını bekledik. Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultanına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inayetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiretler tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allahı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah bizde böyle câri olmuştur."
Bu mektubun dışında İdris-i Bitlisî, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletnamede Bilâd-ı Ekrâd, yani Kürt beldeleri hakkında bilgiler verir.
Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmez ve bu bendeleri(kendisine bağlı insanları) Safevî tehdidinden kurtarmak üzere harekete geçer. Yavuz Sultan Selim Hanın emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa ve İdris-i Bitlisînin bilfiil desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu toplanır ve Diyarbekir, Safevîlerin zulüm ve işkencesinden kurtarılır. Safevî kumandanı Karahan ise Mardine kaçar.
Yavuz Sultan Selim ile birlikte, Osmanlıların Doğu siyasetini belirleyen İdris-i Bitlisîdir. Aynı zamanda O bu siyasetin mimarlarından birisidir. İdris-i Bitlisînin basiretli siyaseti sayesinde, Çaldıran Savaşının hemen akabinde bu bölgeler Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.
1514 tarihli Çaldıran Savaşı ile Yavuz, Safevî tehlikesini önemli ölçüde püskürtür. O zamana kadar Safevîlerden rahatsız olan Sünnî Kürt ve Türkmen aşiret beyleri, bu savaşta Osmanlı ordusuna büyük destek verirler. Bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında tabiî bir ittifakın oluşması anlamına da gelir.
Ancak Çaldıran savaşı, Güneydoğu Anadolunun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. Savaştan sonra da bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin hâkimiyeti altında ve Safevî tehlikesine açık kalmıştı. Savaştan sadece iki yıl sonra, bu mesele de halledilecek ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler Osmanlı toprağı hâline gelecektir. Bunu sağlayan en önemli aktör ise, Kürt din âlimi İdris-i Bitlisîden başkası olmayacaktır.
Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisînin siyasî ve askerî tavsiyelerine neredeyse harfiyen uyar. Hatta Çaldıran Savaşı dönüşü, Diyarbakır ve Mardin gibi önemli vilayetlerin Osmanlı hâkimiyetine geçmesinin gerekli olduğunu Yavuz Selime telkin eden de odur. Çünkü İdris-i Bitlisî, Safevîlerin hâkimiyeti altında bulunan bu bölge fethedilmediği takdirde, bu devletin Osmanlı iç siyasetine karışmaya devam edeceğine ve Çaldıran Zaferinin bir manası kalmayacağına inanmaktadır. O, ayrıca, bu işin kolayca halledilebileceğini de bilmektedir; çünkü çoğunluğu Sünnî olan halk ve mahallî idareciler, Şiî Safevîlerin idaresinden hiç de memnun değildir. Bundan faydalanmayı düşünen İdris-i Bitlisî, hem bir kumandan hem de bir siyaset adamı olarak olağanüstü bir çaba harcar ve Yavuz Sultan Selim Han kadar kendi ideali de olan İslâm Birliği davasının en büyük adımlarından birini böylece atar.
Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dâhil edildiği gibi, İdris-i Bitlisînin Yavuz Selim Han adına bölgenin Kürt-Türk beyleriyle anlaşması sayesinde, Bitlis, Urumiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçı yollarla Osmanlı idaresine bağlanır. Yavuz Sultan Selim Han, bu üstün başarılarından dolayı İdris-i Bitlisîye bir ferman gönderip, Diyarbakır bölgesini ona temlik olarak verir. Bu ferman akabinde, Osmanlı Devletinin üçüncü Kazaskerliği olan Arab ve Acem Kazaskerliği 1516 yılında Diyarbakırda kurulur ve Diyarbakır başkent yapılarak bölgenin idaresi İdris-i Bitlisîye bırakılır.
İdris-i Bitlisînin bir başka bilinmeyen yönü de, onun sadece Kürt bölgesinde İslâm ittihadı davası gütmekle kalmayıp, Suriye ve Mısırın fethinde de aynı çabayı harcamasıdır. Bizzat Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte bu ülkelerin fetih hareketlerine katılmış ve mezkûr bölgelerin Memlûkluların hâkimiyetinden Osmanlıların hâkimiyetine geçmesinde rol oynamıştır. Osmanlılara bağlanan bu toprakların nasıl idare edilecekleri ve statülerinin belirlenmesinde Yavuz Sultan Selim Hana yol göstermiş, Yavuz Sultan Selim Han bu Kürt âlim ve kumandanının telkin ve direktiflerini dikkate almış, bu yönde bir idarî sistem uygulamıştır.
Yavuz Sultan Selim Hanla inanılmaz bir gönül birliği olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, aynı gönül bağlılığını ölümünde de yansıtır. Nitekim Yavuz Sultan Selim Hanın vefatından kısa bir süre sonra kendisi de vefat eder. Kabri bugünkü Eyüp semtinde, kendi adıyla anılan İdris Köşkü veya Çeşme denilen mevkide, hanımı Zeynep Hatunun vakfederek yaptırdığı mescidin bahçesindedir.
Ardında onlarca kaynak eser bırakan İdris-i Bitlisînin eserlerinden bazıları şunlardır: Risâletül-İba an Mevâkiil-Veba, Risale fit-Tâûn ve Cevâzil-Firâr anhu (tıbla ilgili), Tercüme-i Hayâtül-Hayevân (zooloji ile ilgili), Risâle-i Bahâriyye Yâ Rabîal-Ebrâr (kozmoloji ile ilgili), Risâle fîn-Nefs, Şerh-i Hâşiye, Tecrid, Münâzara-i Işk bâ Akl, Rafizîlere Reddiye (felsefe ve kelâm ilmi ile ilgili), Mirâtül Uşşak, Tuhfe-i Dergâh-Alî (tasavvufla ilgili).
Ona ait bir beyitle yazımızı nihayetlendirelim.
Zulüm bir ateştir, onun küçüğünü hakir sanma,
Ne çok olur ki, bir ateş kıvılcımından bir şehir yanar.[*]
Alintidir
Oysa Türkü Kürtten, Kürtü Araptan, Arabı Türkten ayırmak imkânsızdı, imkânsızdır. Bu kardeşlik elbette kendi başına gerçekleşmedi. Ümmet şuurundan mülhem hareket eden İslâm ittihadı davasının öncü liderleri ve kanaat önderleridir bu kardeşliğin en büyük mimarları. Ülke gündemindeki mevzuya binaen söylersek, Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisinde iki büyük kumandanın adı ön plana çıkacaktır: Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları...
Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu Peygamberler, Velîler, Âlimler, Kumandanlar diyarı Din-i İslâm ile kalpleri bir, gönülleri bir, ruhları bir olan kardeşler diyarı Türke sorsanız Türklük nedir bilmez de, İslâm Ümmeti der. Nitekim adı Osmanlı ile destanlaşmıştır. Araba sorsanız Araplık nedir söylemez de, Asrı Saadetten Abbasîlere bir nizam müjdelemiştir. Kürte sorsanız Kürtlük nedir umursamaz da, Selahaddinle Kudüse koşan Eyyubî olmayı dilemiştir. Binlerce yıldır bu böyledir, böyleydi. Ta ki fitnenin merkezi Batı ve Siyonizm, İslâm ümmetinin zayıf düştüğü anda onu içten içe parçalayıp birbirine düşman eden fikirleri ruhlara zerk edene kadar.
Oysa Türkü Kürtten, Kürtü Araptan, Arabı Türkten ayırmak imkânsızdı, imkânsızdır. Bu kardeşlik elbette kendi başına gerçekleşmedi. Ümmet şuurundan mülhem hareket eden İslâm ittihadı davasının öncü liderleri ve kanaat önderleridir bu kardeşliğin en büyük mimarları. Ülke gündemindeki mevzuya binaen söylersek, Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisinde iki büyük kumandanın adı ön plana çıkacaktır: Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları...
Kürtlerin gözünde Yavuz Sultan Selim, ikinci İdris-i Bitlisî iken, Türklerin gözünde İdris-i Bitlisî, ikinci Yavuz Sultan Selimdir. Öyle ki; hangisini anarsanız anın, birini diğerinden ayırt edemezsiniz, tarih buna izin vermez, zaman buna izin vermez, iş ve eylemleri buna izin vermez. Aynı idealin, İslâm birliğinin Ehli Sünnet vel Cemaat anlayışı çerçevesinde ittihadla sağlanacağı davasının yılmaz mücadelecisi bu ikili, ölümlerini bile bu ittihadla süslemişlerdir. İslâm Birliği İttihadı için akınlar düzenlemekle birlikte, gerek tedrisat sahasında, gerekse askerî, siyasî ve ekonomik çerçevede faaliyetlere girişen bu ikili, kısa süre içerisinde ideallerini gerçekleştirmiş, hatta gerçekleştirmekle kalmayıp, yüzlerce yıllık bir tarihî birlikteliğe de imza atmışlardır. Her ikisini de tarih, altın harflerle ve hürmetle sahifelerine kazımıştır.
Peki, bahsini ettiğimiz, Yavuz Sultan Selim Hanın dostu ve müsteşarı İdris-i Bitlisî kimdir?
İdris-i Bitlisî Hazretleri; bazı kaynaklara göre 1452 tarihinde Bitliste dünyaya gelmiştir. Babası, meşhur İslâm âlimlerden Molla Câmînin sohbetlerine iştirak etmiş mutasavvıf bir âlim olan, Mevlânâ Şeyh Husameddin Alidir. Babasının kaleme aldığı eserlerinden ikisi, İrşadül-Menzilil-Küttâb adlı tefsir ile Şerh-u İstilâhâtis-Sufiye adlı tasavvufi eserdir.
İdris-i Bitlisî ilk resmî siyasî vazifeye, 1478 yılı veya hemen sonrasında, Akkoyunlu Sultanı Yakub Beyin münşîi olarak Tebrizde başlar. Sarayda daha başka vazifeler de yüklenen İdris-i Bitlisî, bu devletin 1501 yılında Safevîlerce tamamen ortadan kaldırılmasına kadar hizmetlerini sürdürür. Sultan Yakub Beyden sonra yerine geçen Sultan Rüstem ve Elvan Bey de siyasî ve askerî kabiliyetlerinden dolayı ona büyük saygı göstermişler ve devletin idarî işlerinde kendisine danışmışlardır. İdris-i Bitlisî, yaklaşık yirmi yıl kadar Akkoyunlu devletinin hizmetinde bulunmuştur.
Sühreverdî tarikatına bağlı olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, Kürtçe kadar, Farsça ve Türkçeyi de çok iyi bilmektedir. Akkoyunlu Türkmen devletinin başkentinin Diyarbakır olduğu dönemde, burada, hükümdar Uzun Hasan Beyin sarayında şehzadelerin hocası ve kâtip olarak çalışır. İdris-i Bitlisî, Şah İsmail Tebrizi işgal edip Akkoyunlu devletini yıkınca, İstanbula gelir ve bizzat II. Bayezidle görüşür. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterir ve kendisini Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla vazifelendirir. İdris-i Bitlisî, Osmanlının ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı meşhur eserini bu görevi esnasında yazar.
Sultan Bayezidin yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris-i Bitlisî Hazretleri, yeni sultanın Doğu siyasetini kendisine danışacağı müsteşarı olur. Yavuz Sultan Selimle birlikte Çaldıran seferine katılır, savaş sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçen Tebrizde bir süre kalarak Ulu Camide halka vaazlar verir. 1516 yılında, Şah İsmailin Doğu ve Güneydoğu Anadoluyu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıkınca, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlıya katılma kararı alırlar. Bu talebi de Ariza adlı bir metinde anlatan beyler, kendilerini temsilen İdris-i Bitlisî vasıtasıyla bunu Sultana iletirler.
İdris-i Bitlisîye ilâveten, İslâm birliğinin zaruretine inanan, başta Bitlis Hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfâ Emiri Eyyubîlerden II. Halil, İmâdiye Hâkimi Sultan Hüseyin olmak üzere 25-30 kadar Kürt beyi (Ümerâ-yı Ekrâd), Osmanlı Devleti ile birlikteliğe dair arzularını ve Şiî zulmünden bıkkınlıklarını padişaha arzederler. Şah İsmailin Diyarbekirin muhasarası için gönderdiği orduyu, on bin kişilik İdris-i Bitlisî kumandasındaki gönüllü birliklerle hezimete uğratan aynı beyler, daha önce de Şiîlerin Diyarbekiri sürekli kuşatmaları yüzünden yukarıda adı geçen mektubu ariza Yavuz Sultan Selime göndermişlerdir. Bu mektupta bahsedilenler şunlardır:
"Can ü gönülden İslâm Sultanına bîat eyledik, ilhadları zahir olan Kızılbaşlardan teberri eyledik. Kızılbaşların neşrettiği dalalet ve bidatleri kaldırdık ve ehl-i sünnet mezhebi ve Şafiî mezhebini icra eyledik. İslâm Sultanının namı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâda başladık. Cihada gayret gösterdik ve İslâm Padişahının yollarını bekledik. Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultanına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inayetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiretler tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allahı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah bizde böyle câri olmuştur."
Bu mektubun dışında İdris-i Bitlisî, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletnamede Bilâd-ı Ekrâd, yani Kürt beldeleri hakkında bilgiler verir.
Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmez ve bu bendeleri(kendisine bağlı insanları) Safevî tehdidinden kurtarmak üzere harekete geçer. Yavuz Sultan Selim Hanın emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa ve İdris-i Bitlisînin bilfiil desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu toplanır ve Diyarbekir, Safevîlerin zulüm ve işkencesinden kurtarılır. Safevî kumandanı Karahan ise Mardine kaçar.
Yavuz Sultan Selim ile birlikte, Osmanlıların Doğu siyasetini belirleyen İdris-i Bitlisîdir. Aynı zamanda O bu siyasetin mimarlarından birisidir. İdris-i Bitlisînin basiretli siyaseti sayesinde, Çaldıran Savaşının hemen akabinde bu bölgeler Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.
1514 tarihli Çaldıran Savaşı ile Yavuz, Safevî tehlikesini önemli ölçüde püskürtür. O zamana kadar Safevîlerden rahatsız olan Sünnî Kürt ve Türkmen aşiret beyleri, bu savaşta Osmanlı ordusuna büyük destek verirler. Bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında tabiî bir ittifakın oluşması anlamına da gelir.
Ancak Çaldıran savaşı, Güneydoğu Anadolunun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. Savaştan sonra da bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin hâkimiyeti altında ve Safevî tehlikesine açık kalmıştı. Savaştan sadece iki yıl sonra, bu mesele de halledilecek ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler Osmanlı toprağı hâline gelecektir. Bunu sağlayan en önemli aktör ise, Kürt din âlimi İdris-i Bitlisîden başkası olmayacaktır.
Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisînin siyasî ve askerî tavsiyelerine neredeyse harfiyen uyar. Hatta Çaldıran Savaşı dönüşü, Diyarbakır ve Mardin gibi önemli vilayetlerin Osmanlı hâkimiyetine geçmesinin gerekli olduğunu Yavuz Selime telkin eden de odur. Çünkü İdris-i Bitlisî, Safevîlerin hâkimiyeti altında bulunan bu bölge fethedilmediği takdirde, bu devletin Osmanlı iç siyasetine karışmaya devam edeceğine ve Çaldıran Zaferinin bir manası kalmayacağına inanmaktadır. O, ayrıca, bu işin kolayca halledilebileceğini de bilmektedir; çünkü çoğunluğu Sünnî olan halk ve mahallî idareciler, Şiî Safevîlerin idaresinden hiç de memnun değildir. Bundan faydalanmayı düşünen İdris-i Bitlisî, hem bir kumandan hem de bir siyaset adamı olarak olağanüstü bir çaba harcar ve Yavuz Sultan Selim Han kadar kendi ideali de olan İslâm Birliği davasının en büyük adımlarından birini böylece atar.
Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dâhil edildiği gibi, İdris-i Bitlisînin Yavuz Selim Han adına bölgenin Kürt-Türk beyleriyle anlaşması sayesinde, Bitlis, Urumiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçı yollarla Osmanlı idaresine bağlanır. Yavuz Sultan Selim Han, bu üstün başarılarından dolayı İdris-i Bitlisîye bir ferman gönderip, Diyarbakır bölgesini ona temlik olarak verir. Bu ferman akabinde, Osmanlı Devletinin üçüncü Kazaskerliği olan Arab ve Acem Kazaskerliği 1516 yılında Diyarbakırda kurulur ve Diyarbakır başkent yapılarak bölgenin idaresi İdris-i Bitlisîye bırakılır.
İdris-i Bitlisînin bir başka bilinmeyen yönü de, onun sadece Kürt bölgesinde İslâm ittihadı davası gütmekle kalmayıp, Suriye ve Mısırın fethinde de aynı çabayı harcamasıdır. Bizzat Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte bu ülkelerin fetih hareketlerine katılmış ve mezkûr bölgelerin Memlûkluların hâkimiyetinden Osmanlıların hâkimiyetine geçmesinde rol oynamıştır. Osmanlılara bağlanan bu toprakların nasıl idare edilecekleri ve statülerinin belirlenmesinde Yavuz Sultan Selim Hana yol göstermiş, Yavuz Sultan Selim Han bu Kürt âlim ve kumandanının telkin ve direktiflerini dikkate almış, bu yönde bir idarî sistem uygulamıştır.
Yavuz Sultan Selim Hanla inanılmaz bir gönül birliği olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, aynı gönül bağlılığını ölümünde de yansıtır. Nitekim Yavuz Sultan Selim Hanın vefatından kısa bir süre sonra kendisi de vefat eder. Kabri bugünkü Eyüp semtinde, kendi adıyla anılan İdris Köşkü veya Çeşme denilen mevkide, hanımı Zeynep Hatunun vakfederek yaptırdığı mescidin bahçesindedir.
Ardında onlarca kaynak eser bırakan İdris-i Bitlisînin eserlerinden bazıları şunlardır: Risâletül-İba an Mevâkiil-Veba, Risale fit-Tâûn ve Cevâzil-Firâr anhu (tıbla ilgili), Tercüme-i Hayâtül-Hayevân (zooloji ile ilgili), Risâle-i Bahâriyye Yâ Rabîal-Ebrâr (kozmoloji ile ilgili), Risâle fîn-Nefs, Şerh-i Hâşiye, Tecrid, Münâzara-i Işk bâ Akl, Rafizîlere Reddiye (felsefe ve kelâm ilmi ile ilgili), Mirâtül Uşşak, Tuhfe-i Dergâh-Alî (tasavvufla ilgili).
Ona ait bir beyitle yazımızı nihayetlendirelim.
Zulüm bir ateştir, onun küçüğünü hakir sanma,
Ne çok olur ki, bir ateş kıvılcımından bir şehir yanar.[*]
Alintidir